İran, 10. yüzyılın sonlarında Türk ve Pers kökenli Gazne Müslüman Devleti’nin idaresine geçti. 1040 yılında Gaznelileri Dandanakan'da mağlup eden Selçukluların ilerleyişi sonucu ise Türkler İran’ı yalnızca idare etmekle kalmadı, aynı zamanda kitleler halinde bu ülkeye yerleşti. Bu göç süreciyle İran yarı yarıya Türk nüfusa sahip bir bölge haline geldi. Bir yandan da Türk dili çok sayıda Farsça kelimeyi benimseyerek İran kültüründen derin bir şekilde etkilendi. Sanat, bilim ve devlet yönetimi konusunda önemli bir etkileşim ortaya çıktı. 13. yüzyıldaki Moğol istilası döneminde İran’daki Türk hakimiyeti ve İslamiyet’in etkisi büyük yara aldı. Moğolların Şiiliği koruması ise bu mezhebin bölgede korunmasının ve yayılmasının önünü açtı.
Türk-İran sınırı 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması'yla belirlendi. Bu sınır aynı zamanda günümüzün Ortadoğu coğrafyasında sömürgeci devletlerin belirlemediği nadir sınırlardandır. Bölgede 19. yüzyıldan başlayarak artan Rus tehdidi, Türkler ile İranlıları 'ortak düşmana' karşı ittifaka yöneltti. İran’daki siyasi ve dini elit kesim Osmanlı’daki Tanzimat dönemin getirilerini kendileri için bir model olarak benimsedi.
1921’de Rıza Şah’ın ihtilali ile başlayan bu yeni dönemde, İran ve Türkiye daha fazla ortaklık kurmaya başladı. Türkiye’nin İtilaf Devletleri'ne karşı sürdürdüğü Kurtuluş Savaşı sırasında her iki ülke birbirlerine diplomatlar aracılığı ile dostluk mesajları gönderdi. İran Ankara hükümetini 1921 yılında Moskova’nın girişimiyle tanıdı, ancak İran, savaştan çıkan bir ülke olarak yeniden oluşum gayreti içindeki Türkiye’den Paris Barış Konferansı ve takiben Sevr Anlaşması vasıtasıyla toprak talebinde bulunmak istedi, konferans delegasyonuna davet edilmemesi ve taleplerinin Britanya tarafından gözardı edilmesi sonucu bu isteği hiçbir zaman somut bir şekilde ortaya konmadı, yine de bu niyet iki taraf arasındaki ilişkileri zedeledi.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında iki ülke arasındaki sınır uyuşmazlıkları temel sorunlardan biri oldu, 1925’ten sonraki dönemde Türk - İran ilişkilerindeki sorunların ana eksenini Kürt Milliyetçiliği ve Doğu Anadolu’daki Kürt isyanları oluşturdu. 22 Nisan 1926 yılında Tahran’da, sınır meselelerine bir son vermek ve iki ülke arasındaki karşılıklı ilişkileri geliştirmek amacıyla bir Güvenlik ve Dostluk Antlaşması imzalandı.
1934 yılında İran Şahı Rıza Pehlevi’ Türkiye’yi ziyaret etti. Avrupa’da güçlenen Nazi Almanyası ile Faşist İtalya’nın tehdidi karşısında Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında 1937’de Sadabat Paktı imzalandı. Soğuk Savaş döneminde her iki ülke de SSCB’ye karşı, Batı Bloğu'nda yer aldı. Ancak ortak Sovyet tehdidine karşı yakınlaşma olsa da Türkiye NATO üyesi olduktan sonra Tahran ile ilişkiler yeterince gelişmedi. 1955’te İngiltere öncülüğünde Türkiye, Irak, Pakistan ve İran arasında Bağdat Paktı’nın imzalandı. Irak'ın 1958 devrimi üzerine Bağdat Paktı’ndan ayrılması ve ABD'nin eklemesiyle dört devlet CENTO (Merkezi Antlaşma Teşkilatı - Central Treaty Organization) adı altında 1979 yılına dek birliklerini sürdürdüler. CENTO’nun üç bölge ülkesi Türkiye, İran ve Pakistan arasındaki ekonomik ve kültürel işbirliğini geliştirmek için 1964 yılında Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği (RCD) adlı örgüt kuruldu. İran ve Türkiye’yi buluşturan bir başka çatı ise 1969 yılında kurulan ve diğerlerine kıyasla daha kapsamlı ve çok yönlü bir örgüt olan İslam Konferansı Örgütü oldu.
Devrimden birkaç gün sonra Türkiye, 13 Şubat 1979’da İran İslam Cumhuriyeti'ni tanıdığını açıkladı. Ancak İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Ayetullah Ruhullah Humeyni’ye göre Türkiye’nin laik devlet modeli kendi rejimi açısından bir tehditti. Bu nedenle İran İslam Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana Türkiye’ye temkinli yaklaştı. Devrimin ilk yıllarında Tahran’a yönelik ekonomik ambargoya Türkiye katılmadı. Bu dönemde İslam Devrimi'nin yarattığı baskı politikasından kaçan yaklaşık bir milyon İranlı Türkiye’ye sığındı.
1991 yılında Sovyetler Birliği'nin yıkılması ve Soğuk Savaş'ın sona ermesi bölgesel politikalar için yeni bir başlangıç oldu. Orta Asya’da Türkiye ve İran ortak çıkarlar etrafında, çatışmayla sonuçlanmadan güç mücadelesine girişti. Bu dönemde Türkiye kendi dış politikasını çizerek ve ABD’nin de desteğini alarak yeni kurulan devletlere 'Türkiye modelini' sundu ve bölgedeki etkinliğini arttırmaya çabaladı. İran ise ABD ve Türkiye’ye karşı Rusya ile yakınlaşarak bölgede oluşan güç boşluğuna karşı tedbir alma yoluna gitti. 1990 sonrası dönemde İran'ın PKK’ya verdiği destek, Türk - İran ilişkilerini olumsuz etkiledi.İran'ın 1995’te Rusya ile imzaladığı ekonomik ve askeri işbirliği anlaşması ile Batı'da İran’ın nükleer bir kapasiteye sahip olmak isteyebileceği hakkında endişeler başladı. 1994'ten sonra Türkiye İsrail ile askeri işbirliğine yönelik anlaşmalar imzaladı, iki ülke arasındaki ticaret yoğunlaştı. Ankara - Tel Aviv yakınlaşması Tahran'da kuşkuyla karşılandı.
1997 İslam Konferansı Örgütü'nün Tahran Zirvesi'nde İranlı ve Arap temsilcilerin Türkiye’yi Kuzey Irak’taki operasyonlar ve İsrail ile işbirliği nedeniyle kınadılar, bu dönemde Hizbullah’ın Türkiye’de cinayetler işlemesi ilişkileri gerdi, Ocak 2000'de yapılan Ankara ziyaretinde dönemin İran Dışişleri Bakanı Kemal Harazi'nin "rejimler ayrı ama gönüller bir" sözüyle Türkiye- İran ilişkileri rahatladı.
2000 - 2001 yıllarında Türk - İran ilişkileri ağırlıklı olarak Kürt Sorunu ve PKK ekseninde şekillendi. Bu dönemde İran, Türkiye’ye PKK’yı terörist bir örgüt olarak tanıması karşılığında enerji alanında işbirliği önerdi. Türkiye bu iki konu arasında bağlantı kurmanın doğru olmadığını savundu. Doğalgaz fiyatlarındaki anlaşmazlık iki ülke arasında zaman zaman gerginliğe yol açtı.
Belirtmek gerekir ki; 21. yüzyılın, üzerinde en çok pazarlık yapılan yeryüzü ve yeraltı kaynaklarının Kafkasya ve Orta Asya’da bulunması, İran ve Türkiye’yi bu bölgelerde anahtar ve köprü durumuna getirdi. Kaynakların hem doğu hem de batı pazarına ulaştırılması, hem Akdeniz’e hem de Hint Okyanusu'na taşınması için Türkiye ve İran önemli bir konum elde etti. Ancak bu durum zaman zaman karşılıklı çıkar çatışmalarının da temeli haline geldi. Bunun dışında Türkiye’nin İsrail ve ABD ile olan ilişkileri, Irak ve Kuzey Irak’ın yeniden yapılanmasıyla ilgili kaygılar iki komşu arasındaki ilişkilerin temel parametreleri oldu. ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrası Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimin giderek güçlenmesi ve bağımsız devlet kurma fikrinin gündeme gelmesi iki ülkeyi son yıllarda hiç olmadığı kadar yakınlaştırdı.
Son olarak; 2011 yılının Mart ayında Suriye’de başlayan ayaklanma da Türkiye - İran ilişkilerinde gerginlik nedenlerinden biri oldu. Türkiye Suriye’ye müdahaleden yana Batı bloğunda dururken İran, Şam yönetimini destekleyen Rusya ve Çin ile ortak tavır aldı. Türkiye muhalifleri destekleyerek, İran da destek verdiği Şii militan örgüt Hizbullah kanalıyla Suriye’deki iç savaşa karışmış oldu. Ancak artan mezhep çatışmaları ve sivil ölümleri Suriye’deki duruma çözüm için işbirliğini zorunlu hale getirdi. İran, Rusya ve Türkiye,Suriye konusunda; “ içerisinde pek çok etnik grubu barındıran, çok mezhepli, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü tamamen destekliyor.” Diyerek, Suriye’de çözümün askeri yollarla sağlanamayacağına ve IŞİD ve El Nusra terör örgütleriyle ortak mücadele edeceklerine ve silahlı muhalif grupları onlardan ayıracaklarına ilişkin 2016 Aralık ayında ortak bir bildiri imzaladılar.
TÜRKİYE MISIR İLİŞKİLERİ
Türkiye 75 milyonluk nüfusu, büyüyen ve gelişen ekonomisi, Afro-Avrasya ana kıtası ortasında sahip olduğu jeostratejik konumu, Avrupa, Karadeniz, Kafkaslar, Asya, Ortadoğu ve Afrika ülkeleri ile sahip olduğu tarihi, siyasi ve kültürel bağları, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası alanda gittikçe artmakta olan aktivitesi, NATO, AGİT ve CICA gibi örgütlerin önemli üyelerinden biri olması ve son dönemde geliştirdiği aktif dış politikası ile uluslararası alanda gittikçe önem kazanan bir aktör haline gelmiştir.Mısır ve Türkiye'nin tarihsel bağları vardır. Beşyüz yıllık dini ve tarihsel bağlar günümüzde iki devletin ilişkilerinin dostane şekilde devam etmesine öncülük etmiştir. İlk olarak 1925 yılında Türkiye Cumhuriyeti Mısır ile diplomatik ilişkiler kurmaya başlamış ve bunun sonucunda 1948 yılında Kahire'de büyükelçilik düzeyinde temsil edilmeye başlanmıştır. Mısır'da sosyalist rejimin kurulmasından sonra Türkiye diplomatik ilişkilerini 1961-1963 yılları arası askıya almıştır. 1963 yılında ilişkiler tekrar başlamıştır. Günümüzde her iki ülkenin başkentlerinde büyükelçilikler ve büyük şehirlerinde konsoloslukları bulunmaktadır. Ayrıca 2005 yılının aralık ayında iki ülke arasında serbest ticaret anlaşması imzalanmıştır. Türkiye ve Mısır Akdeniz Birliği'ne tam üyedir.
2013 Mısır askerî darbesinin ardından iki ülke arasındaki ilişkiler gerginleşmiş ve iki ülkenin diplomatik ilişkileri maslahatgüzar seviyesine gerilemiştir. İlerleyen dönemlerde ise cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve başbakan Binali Yıldırım, askeri müdahaleyi darbe olarak nitelendirmiştir. Erdoğan Sisi’yi “tiran” olarak nitelemiştir, Sisi ise "Türkiye içişlerimize karışmayı bırakmalı" şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. 2016 yılına gelindiğinde ise başbakan Binali Yıldırım, var olan bu durumun ekonomik anlamda iş birliği yapmak için büyük bir engel olmadığını kaydetmiştir. Mısır ise bu durumu olumlu karşılamış ve Türkiye'den var olan Mısır hükumetini kabul etmesini istemiştir.
04.04.2017
Muammer ÇINAR